Makale
Ä°ktidar, Din ve DevletÂ…
Her kavram kendi altında bir anlam kümesi oluÅŸtururken aynı zamanda bir baÅŸka anlam kümesinin de içinde yer alır. Yukarıdaki kavramlar da diÄŸer kavramlar gibi bu çerçeveye haizdirler. O yüzden baÅŸlığa dini öne almadan iktidarı alma imkânını yokluyorum…
Müslümanlar tarihleri boyunca en büyük sorunu iktidar ve iktidar erkinin yönetiminde yaÅŸamışlardır. Peygamber ve ilk iki halifeden sonra –elbette ki ilk iki halife döneminde de kısmi sorunlar yaÅŸanmıştı- sorunlar baÅŸat unsur haline dönüÅŸtü. Ve ilk fikri ayrımlar da bu siyasal alanın kullanımından neÅŸet etmiÅŸtir. Böylece Müslümanların tefrika ile ilk iliÅŸkileri de bu siyasal alana tekabül ediyor. Bu kadar netameli bir konuyu içermesi baÄŸlamında iktidar kavramının ve olgusunun neye tekabül ettiÄŸi üzerine yaklaşımlar geliÅŸtirmek elzem hale gelmektedir.
Evet, kavram ve olgu olarak meseleyi deÄŸerlendirmek iki farklı yaklaşımı öne çıkarmayı tazammun ediyor. Çünkü bir kavram olarak meseleye yaklaÅŸmak ile bir olgu olarak meseleye yaklaÅŸmak farklı durumları ve konumları oluÅŸturur. DeÄŸerlendirme yaparken de farklılıkları öne çıkarır. Salt bir kavramı kavram olarak düÅŸünmek ve kavramın etimolojik yapısı kadar diÄŸer salt kavram olan kavramlarla iliÅŸkisi önem kazanır. Yani kavramı kavram olarak düÅŸündüÄŸümüzde metafizik ilkelerle bağını da hesaba katarız. Böylece ideal olan ile reel olan arasındaki farkı da gözetmiÅŸ oluruz. Ama bir kavramı bir olgu olarak düÅŸünmeye baÅŸladığımız zaman ise onun uygulamadaki yansıması ve bu yansıma üzerine biçimlenen toplumsallığı da hesaba katarız. Elbette ki bir kavramı hem içerik ve uygulama alanı olarak birlikte deÄŸerlendirmek de önemli sayılmalıdır. Ama hem bu kavramlar ve hem de diÄŸer kavramlar üzerine bir mutabakat oluÅŸmuyorsa bu onun bir kavram olarak veya olgu olarak düÅŸünülmesiyle de iliÅŸkili olduÄŸunu hesaba katmalıyız. Tabi ki deÄŸerlendirme ölçütlerinin farklılığı da mutabakatı önleyen bir duruma iÅŸaret eder…
Bir tarihsel okuma gerçekleÅŸtirildiÄŸinde tarih yorumunun hangi baÄŸlam hesaba katılarak yapıldığı da ayrıca dikkate deÄŸer addedilmelidir. Çünkü tarihsel yorumu siyasal durum üzerinden yani iktidar üzerinden okuyorsanız farklı bir deÄŸerlendirme yaparsınız, sivil alan ve kültürel doku üzerinden okursanız farklı bir deÄŸerlendirmeye kapı aralarsınız. Peki, bu kadar yalın bir ÅŸekilde siyasi olan ile sivil olanı ayrıştırabilir miyiz? Evet, olgusal düzlemde bunu gerçekleÅŸtirme imkânımız doÄŸuyor. Ve aslında her zaman toplumsal yapının kendisi ile iktidar arasında bir fark oluÅŸuyor ve bu fark tarihçiler açısından önemli bir ayrımı da beraberinde taşıyor. Bu da ayrıca bir kavramı kavram ve olgu olarak yorumlama imkânını da içinde taşıyor.
Ä°ktidar kavramının eril ve diÅŸil boyutunu hesaba katmadan iktidar üzerine düÅŸünmek neredeyse imkânsız olur. Çünkü iktidar eril olduÄŸunda despotik bir yapı, otoriter bir konum ve totaliter bir özellik kazanır. Eril iktidar yıkıcı, sert ve haÅŸin olur, affedici olamaz, ihanet yok edilmeyle cezalandırılır. Eril iktidarda insanîlik vasfı bulunmaz! DiÅŸil bir iktidar ise yumuÅŸak, kucaklayıcı ve kuÅŸatıcı olur ama bu kuÅŸatıcılığı otoriter deÄŸildir. Yani diÅŸil bir iktidar merhamet ve ÅŸefkatle yoÄŸrulur. Bir sevgi yumağı oluÅŸturur ve bu yüzden de insanîboyutu öne çıkar. Affedicidir… Eksene aldığı konum yıkıcılık deÄŸil yapıcılık olur. Ama diÅŸil iktidarın da yeri geldiÄŸinde geçici de olsa bir sertlik ve yıkıcılık tabiatı vardır. Bunu daha çok cezalandırma veya anlamayı bir türlü gerçekleÅŸtirememe olgusunda gözlemleyebiliriz. O yüzden medeniyet perspektifinin kendisinin, iktidarı eril ya da diÅŸil özelliklere taşıdığını bilmeliyiz. Yani kültürel doku ve bu kültürel dokunun kodifikasyonu, iktidarın eril ya da diÅŸil yapısını belirler.
Erillik ya da diÅŸillik bir parçalanmayı içinde taşır. Bu da metafizik bir ilke olarak yaratılış aÅŸaması ile birlikte varlığın içinde bulunduÄŸu konumu belirler. O yüzden ilahi iktidar böyle bir ayrımı taşımaz, tevhidi bir içeriÄŸi taşır. Ama insanî sahaya indiÄŸinde mesele ikiye ayrılıverir, her ÅŸeyde olduÄŸu gibi iktidar alanı da…
Böylece iktidar ile kültürel dokunun iç içeliÄŸinin de ne’liÄŸini ortaya koymuÅŸ oluyoruz… Böylece insan alanına yönelik iktidarın kaynağının bizzat insanla iliÅŸkili olduÄŸu ortaya konulurken aynı zamanda insanı aÅŸan bir iktidar alanını belirleyen ÅŸey ise bizzat insan algısı, arzusu ve düÅŸüncesi ile beraber oluÅŸuyor. Ä°ÅŸte insanî iktidar alanı, tanımlanacak düzeye bu ÅŸekilde geliyor.
Ä°ktidarın netameli bir konu olduÄŸu ve her uygulama alanında eÄŸer dizginlenemez bir konuma sahipse yıkıcı tarafı çok öne çıkabilir. Bu da insanın bizzat doÄŸasının üzerinde bulunduÄŸu zemini iÅŸaret eder. Ä°nsanın sonsuzluÄŸa yönelik arzusu ve bu arzuyu gerçekleÅŸtirme isteÄŸi iktidar gücü ile birleÅŸince yıkıcı bir konum oluÅŸturabiliyor. Burada iktidar ile din, düÅŸünce ve felsefe arasındaki bağı da hesaba katmamız gerektiÄŸi ilzam oluyor.
Ä°ktidar ve din arasındaki baÄŸ önemli ve bu önemi ortaya koyan ÅŸey ise dinîiktidarın dinin temel ahlâkî öÄŸelerinden sıyrıldığı zaman nasıl bir yıkıcılık kazandığı Avrupa tarihindeki mezhepler savaşı öÄŸreticiliÄŸidir. Böylece dinler savaşı aslında bizzat dinlerin kendi aralarında olan bir savaşı deÄŸil din üzerine ikame edilmiÅŸ iktidarların savaşı olduÄŸu tespiti önem arz edecektir.
DüÅŸünce ile iktidar arasındaki iliÅŸki ve mesafe her zaman tartışılmış ve iktidara belirli bir ahlâkî kriterlere uyma çaÄŸrısı hep olagelmiÅŸtir. Çünkü yıkıcılığı, olgusal düzlemde büyük bir karine oluÅŸturmuÅŸ yegâne olgudur…
Ä°ktidar; bir insanın, klanın, grubun ya da topluluÄŸun bir arzuyu gerçekleÅŸtirme adına harekete geçtiÄŸi ve bu hareketin önündeki engelleri kaldırma adına askerî, siyasi ve ekonomik gücü devreye koyması ve böylece kendi arzularının yaÅŸadığı toplumun, ulusun ve insanlığın da arzuları olmasını saÄŸlama aracıdır…
Ä°ktidar, bir arzuyu, bir iradeyi ve bir gücü içinde aynı anda taşıdığı zaman olguyu derinden etkileyebilir. Ä°ktidar kör bir gücü kullanacağı gibi aklî bir gücü de kullanabilir. Ve sonuçları da farklı olacaktır. Ä°ktidar en temelde bir güven ve sevgi üzerine kuruludur. Ancak çoÄŸu zaman korku üzerine de bir iktidar oluÅŸturulduÄŸu bilinmektedir. Korku üzerine bina edilmiÅŸ iktidar korku ortadan kalktığı zaman çöker; sevgi ve güven üzerine bina edilen iktidar ise bu duyguları kaybettiÄŸi zaman yıkılır. Böylece bizim iktidar ve duygu arasındaki bağı da konu edindiÄŸimiz ortaya çıkıyor. Çünkü iktidarlar ancak duygular üzerinden bir karşılık bulur.
Ä°ktidarın farklı yansımaları olacaktır. Siyasi iktidarın üzerinde bulunduÄŸu zemin toplumsal mutabakat ve toplumsal sözleÅŸmedir. MeÅŸruiyetini de bu çerçeve içinde anlamlandırır. Sivil alanda iktidar ise daha çok ahlâkîgüzellik ve toplumsal yarar üzerinden temellendirilir. Yani kiÅŸi, kurum veya toplum, diÄŸerlerine karşı sevgi, saygı ve paylaşım üzerine bir iliÅŸki kurarsa güven oluÅŸturur ve karşılığında bir sevgi halesi oluÅŸturur. Bu da beraberinde bir iktidar alanı oluÅŸturur ama bu iktidar alanı ahlâkî yücelikle iliÅŸkili bir alana tekabül eder. Böylece iktidar dediÄŸimizde onlarca farklı anlam katmanlarında, iktidar alanları olduÄŸu ortaya çıkıyor. ÖrneÄŸin; ebeveyn, çocukları üzerine iktidar sahibidir, patron iÅŸçileri üzerine iktidar sahibidir, mahalle muhtarı mahalleli üzerine bir iktidar sahibidir, hoca talebeleri üzerine bir iktidar alanına sahiptir vb. gibi çok farklı iktidar alanları dillendirilebilir.
Bu noktada iktidar ve insan ile insan halleri arasındaki iliÅŸkiyi düÅŸünmeye baÅŸlayabiliriz… Çünkü insan halleri diye tanımladığımız ÅŸey, insanın bilgisi, arzusu, iradesi, sevgisi, nefreti, buÄŸzu, kini, tutkusu, bencilliÄŸi, paylaşımcılığı ve sahip olduÄŸu deÄŸeridir. Ä°nsan, kendi kimliÄŸini ve kiÅŸiliÄŸini, ahlâkî yapısını bu yukarıda dillendirdiÄŸimiz insanî hallerinden besler. Ve bu beslenme ile iktidar alanını kuÅŸatır ve onu kullanıma yönelir. Sonuçları da bu kullanımla iliÅŸkilidir. O zaman insanı insan kılan öz ve bu özü ortaya çıkaran din alanını da iktidar üzerine belirleyici bir konum olarak düÅŸünebiliriz. Çünkü din bu insanî halleri sınırlayan, uygulama alanı açan ve onları iliÅŸkiler ağında tanımlayan bir özellik taşır. Yoksa insan muhakkak eÄŸer din sahibi deÄŸilse bunu baÅŸka türlü halletme yoluna gider. Tarihte de bunu iÅŸaret eden durumlar söz konusudur zaten!
Yani iktidarın kullanımında meÅŸru ya da gayrimeÅŸru tanımını yaptıran ÅŸey deÄŸerdir; dinî ilkelerdir… Böylece biz iktidarın iyi ya da kötü kullanımı, iyi, daha iyi, kötü ve daha kötü kullanımlarını da hesaba katmış sayılırız. Ve bunu belirleyen ÅŸeyin kendisinin de ‘anlam’ olduÄŸunu belirtmiÅŸ oluyoruz. Böylece bir iktidar alanını eleÅŸtiriye tâbi tutarken hangi kıstaslara sahip olacağımızı da belirlemiÅŸ oluyoruz.
Salt iktidar alanı olarak iktidarın ayartıcı bir tarafının olduÄŸu gözlerden saklanamaz! Ä°ktidar bir gücü kullanıma sunar ve böylece kiÅŸiyi ayartır. Çünkü kiÅŸi iktidar sayesinde dilediÄŸini yapar hale gelebiliyorsa, ona bu imkân bahÅŸediliyorsa o da onu dilediÄŸi gibi kullanma hakkı olduÄŸunu düÅŸündüÄŸünde mesele bir sorunsal alana dönüÅŸüveriyor. Ä°ktidar salt kendi başına bırakıldığında veya iktidar sahibini sonsuz bir söz hakkına sahip kıldığında bir tiran oluÅŸturduÄŸunu da bilmelisiniz… Ayrıca iktidar bizzat sunduÄŸu güç ile insanı ayartan bir özelliÄŸe sahip olduÄŸunu söylemiÅŸtik; bu durumun kendisi de bizzat insanın önemli bir hasleti olan kötülüÄŸe yönelik eÄŸiliminde yatmaktadır. Ve hem nefsin iÄŸvası ve hem ÅŸeytanın ayartıcılığı hesaba katılırken aynı zamanda insanın bir imtihan üzere olduÄŸu da unutulmamalı!
Böylece anlıyoruz ki aslında Müslümanların iktidar meselesi üzerine ne kavram olarak ve ne de olgu düzeyinde bir ilgileri yoktur…
Ä°nsan, insanın tabiatı ve insan iliÅŸkileri, iktidarın belirleyiciliÄŸini tanımlar. Bir insan iktidar iken bir diÄŸer insan ona muhalif olabilir ve böylece iktidar çatışması kaçınılmaz kılınır. Çünkü insan deÄŸerden bağımsız bir iliÅŸki ağı oluÅŸturabilir. Ancak oluÅŸturulan bu iliÅŸki ağı total ve otoriter bir karakter arz eder. Bu yüzden insanı ilgilendiren her konu iktidarı da ilgilendirir hale geliyor. Böylece insanın tanımlanması aslında bir iktidar tanımı olarak da belirlenebilir. Bu yüzden insan üzerine yapılan tanımların dikkatle takip edilmesi ve sonuçlarının ne olacağının iyice düÅŸünülmesi ÅŸarttır. Bu ÅŸart insanlık adına önemlidir. Yoksa bugün insanlığın defalarca yok edilebilmesini saÄŸlayan nükleer silah sanayinin varlığı aÅŸikârdır.
Ä°ktidarı total bir kavramdan dinin anlam kümesinin bir alt anlamı haline dönüÅŸtürmek ancak iktidarı belirli bir alana sabitleme imkânı bahÅŸeder. Ancak insanın imtihan üzere oluÅŸu yine de insanın ahlâkî bir açmaza düÅŸmesini imkân dâhiline koysa dahi onu dizginleyebilecek bir vasatın da varlığını kaçınılmaz kılar.
Din, insana hem dünya ve hem de öte dünyada yani ahrette mutlu ve bahtiyar oluÅŸunun çaÄŸrısıdır…
Ä°nsan, din sayesinde kendi özünü kavrar ve kendi kimliÄŸini oluÅŸturur. Böylece insan barış ve esenlik bildirisini ancak dini öÄŸelerden hareketle tanımlar. Din, insanın Allah, kâinat ve insanlar ile iliÅŸkilerini belirleyerek insanlık tarihindeki anlamlı yerine oturtur. Din Allah’ın varlığa müdahil oluÅŸunun göstergesidir. Din bu anlamı ile de iliÅŸkilerin niteliÄŸini belirleyen ilahi düsturlardır. Din, insanı ve hayatı kuÅŸatan bir deÄŸerler dizgesi ortaya koyarak insanı bütün ef’allerinden sorumlu tutarak ona dünyadaki yerini, amacını ve hedefini belirler.
Fakat din ile iktidar birlikte gündemleÅŸtiÄŸinde dinin kutsallığından hareketle insan deÄŸerler dizgesini bir tarafa bırakarak iktidarı kendi keyfi arzusuna göre kullanmaya çalışabilir. Bunun çok soft uygulamaları da vardır. Yani her türlü meÅŸrulaÅŸtırımı devreye koyarak iktidar alanını betimler ve böylece önündeki bütün engelleri de kaldırmış olur. Hem de dinden kaynaklı bir engel kaldırma olduÄŸu için kiÅŸiye büyük bir güç kattığını da ayrıca belirlemek yerinde olacaktır.
Aslında insan ve deÄŸer ya da kavram arasındaki iliÅŸki; buna ahlâkîyapıyı da ekleyebiliriz; ince bir çizgi ile ayrışabiliyor. Bunun için erdemli insanlar fark ve farkındalık üzerine çok kafa yoruyorlar. Çünkü o ince çizgiyi çoÄŸu zaman niyet belirliyor. Ama niyet bile o kadar soft bir iliÅŸki ağına takılabiliyor ki kiÅŸi Allah rızasını kazandığını sandığı bir zamanda tam tersi olarak ilahî rızadan fersah fersah uzaklaÅŸtığının farkında bile olamaz! En büyük zulümler aslında hakikat uÄŸruna iÅŸlenen cürümlerde saklıdır. Yani kiÅŸi hakikat adına yaptığı ÅŸeyin zulüm olduÄŸunun bilincine eremez zaten! Bu büyük yıkımı ise tarihte onlarca örnekle anlamlandırabiliriz. Ä°nsanın yaptığı ÅŸeyin hata olduÄŸunu fark etmesi o hatayı düzeltmesini de mümkün kılar. Ama yaptığı ÅŸeyin hata olduÄŸunun bilincinde deÄŸilse ondan kurtuluÅŸunun da imkânı kalmaz! O yüzden bu çok tehlikeli bir durumdur. Hâlbuki din kiÅŸiyi sürekli bir teyakkuz haline davet eder ve kendisini, niyetlerini, hareketlerini ve davranışlarını kritik etmesini ister…
Dini reddedenler, dini kabul edenler diye ikiye ayrılır insanlar… Dini kabul edenler de ikiye ayrılır; mümin ve münafık… Ä°ÅŸte münafık dindarlık kisvesi altında her türlü melaneti yapar ve kendini de hala dindar addeder ve toplumda da bu hasleti ile bilinmesini ister. Çünkü bu durum onun çıkarına uygundur. Ama müminlerin münafıkları tanımlayacakları kıstasları da belirlendiÄŸi için onları tanımak aslında kolaydır. Ve bu öyle bir hastalıktır ki aslında her insanda mevcut bulunacak bir nebze olguya sahiptir. O yüzden büyük sahabeler bile bende bir münafıklık var mı tereddüdü yaÅŸamışlar ve böylece kendilerini sığaya çekmekten çekinmemiÅŸlerdir.
Yani temel ilke; iyiliÄŸe yönelene iyilik kapıları açılır, kötülüÄŸe yönelenlere de kötülük kapıları açılır. Ä°nsan iyilik ve kötülüÄŸü bizzat kendisi isteyeceÄŸi için çok dikkatli olmakla imtihan edilecektir. Bu durum bizi aslında insanın sahip olduÄŸu devletin ne olduÄŸuna taşıyacak ve böylece siyasal bir devletin nüvesini de iÅŸaret etmiÅŸ sayılacaktır.
Devlet kavramı iktidar kavramının nüvesini taşıdığı gibi onu bir adım öteye taşıyarak onu bireysellikten toplumsallığa kiÅŸisel iktidardan kurumsal iktidara taşımanın ölçütüdür. Yani iktidar öznelliÄŸini nesnelliÄŸe ancak devlet olma hali ile taşıyabilir. Bunu hiç unutmamak lazım! Kur’an devlet kavramını bir kez ve onu tek elde toparlanmayan dağıtılıp paylaşılması gerektiÄŸi ikazını içererek kullanır…
Tarihsel süreçte devlet kavramı daha çok bir ülke ya da bir kiÅŸinin, ailenin ve oligarkın iktidarı anlamında kullanılmıştır. Modern kullanımı ise ancak ulus devletin devreye girdiÄŸi Fransız devrimi ile baÅŸlamıştır. Modern ulus devlet hegelyen bir kullanımla kutsallığı içinde taşıyan ve insanı, toplumu aÅŸan bir yapı olarak ortaya konulmuÅŸtur. Böylece toplumsal tin devlet aygıtında somutlaÅŸtırılmış ve kutsanmıştır. O yüzden devlet adına yapılan ÅŸiddet meÅŸru sayılmıştır. Hatta devlete karşı yapılsa bile o ÅŸiddet bir devrimle ya da darbe ile neticelenirse yine bir meÅŸru zemin taşımaktadır. Çünkü o ÅŸiddet karşı ÅŸiddet dahi olsa devleti kurtarmaya yönelik olduÄŸu için meÅŸruiyet zemini kazanır.
Devlet bu biçimi ile ceberut bir olguya dönüÅŸür. Modern kültür bireyin özgürlüÄŸü üzerine kurulu olduÄŸu savına sahiptir. Ancak bu modern birey aynı zamanda devleti elinde tutan azınlık iktidarının yegâne sahibidir. Bu yüzden onun adımları ve özgürlüÄŸü ile devlet arasında bir muhalefet oluÅŸturmaz! Ancak birey olamayan ve batı kültürü dışında kalan kültürlerin insanları özgürleÅŸtirilmeleri gereken sınıfına girerler ve böylece onların özgürlüklerinin bedeli sıkı bir eÄŸitimle disipline edilerek biçimlendirilmeleridir. Böylece tam özgürleÅŸme için mevcut özgürlüklerini devlete hibe etmelidirler. Bu yalana inanmak insana ve insafa kalmış bir ÅŸey…
BatılılaÅŸmamış ve geliÅŸmemiÅŸ ya da az geliÅŸmiÅŸ ülkelerde ise devlet tam bir otokrat ve totaliter bir yapı arz eder. Ve burada iktidar elitinin özgürlüÄŸü yanında halkın özgürlüÄŸü kısıtlanabilir olandır. Mevcut kültürün bütün imkânlarını seferber ederek devleti ayakta tutmanın gayreti bir kutsallık taşır. Ama bu kutsallık iktidar alanını koruma güdüsünün teminatı olduÄŸu için önem arz eder. Yoksa bütün kutsallıklar yok sayılır. Burada devletin iktidar gibi aslında hangi düÅŸünce, felsefi miras ve dini inanca baÄŸlı olduÄŸu zaruri olarak devletin biçimini ve ruhunu belirleyebiliyor. Bir debunu iktidar olma adına bir yönlendirme ve sahte meÅŸruluklar oluÅŸturarak sosyal ve siyasal mühendisliklere kapı aralamasını da hesaba katmalıyız. Böylece devlet dediÄŸimiz aygıt aslında bir hiçlik olduÄŸu ama bu kavram üzerinden birileri ciddi anlamda bir iktidar alanını oluÅŸturduÄŸu, kendi çıkarları ve gelecek kaygılarını giderecek bir zemini inÅŸa adına bunu kullandığını gözlemleyebiliyoruz.
Bu devlete bir itiraz yükseltildiÄŸinde aÅŸağılayıcı, yok sayıcı ve küçümseyici tavırlar eÅŸliÄŸinde niye adam olmuyorsunuz repliÄŸi altında cezalandırıcı bir tavrı devreye koyuyorlar. Böylece devlet ile halk arasında önemli bir ayrım ve fark harekete geçerek ayrılmaz bir kopukluÄŸu inÅŸa ediyor. Ä°ÅŸte çatırdama tam da bu kopukluktan neÅŸet ediyor. Devlet bir kurum olarak baskın bir karaktere dönüÅŸüyor ve böylece devletin bekası adına insanın ve toplumun bekası sorunsallaÅŸtırılamıyor bilakis ona kurban ediliyor.
Burada en temel kavram din tabi… Din üzerinden devlet kavramının yeniden sorgulanması ve iktidar çeÅŸitlerinin hangi ölçü ve deÄŸere göre yeniden tanımlanması, elzem hale geliyor. Bunu saÄŸlayacak olanlar ise elbette ki en son din olan Ä°slam müntesipleri olmalıdır. Ancak Ä°slamcılar bu devlet kavramını büyük bir kurtarıcı misyon olarak tanımlayarak içine düÅŸtükleri bataklığı bir türlü kavrayamıyorlar. Öncelikli olarak Ä°slamcıların bu devlet ve iktidar kavramı ile yeniden buluÅŸmaları ve tanımlamaları kaçınılmaz olmalıdır. Ancak devlet ve iktidar meselesini bir olgu olarak betimlemek kaçınılmaz olmalıdır. Çünkü meseleyi sadece kavramsal çerçeve içinde gözlemlemek bize olgusal deÄŸerini vermez! O yüzden bu meselede birbirini bütünleyen ve güçlendiren bu süreçlerin insan ve din ile bağını yeniden tartışmak ve gündemleÅŸtirmek ÅŸart olmuÅŸtur. Ayrıca bu iki kavramı kendi baÄŸlamı içinde yorumlamak ve ondan sonra onu kavramsal düzeye çıkararak yeni olguya hangi ölçü ve deÄŸere göre uygulanabileceÄŸi tartışılabilir olur.
Sonuç itibarı ile iktidar din ve devlet kavramlarını yeniden kavramak ve onlara yeni baÄŸlamlar inÅŸa etmek ve bu yeni baÄŸlamlar içinde kavramı yeniden olguyu belirleyecek kıvama taşımak için büyük bir özveri ve entelektüel güç hazırlamak kesinlik kazanmıştır. Bu kavramların doÄŸalarını, kavramsallıklarını ve olguya yönelik ağırlıklarını ve bütün bunların insan ile insanın sahip olduÄŸu konumunu hesaba katmakla bağını da hesaba katarak yol alınabilir…
Henüz yorum yapılmamış.